Hanefî Mezhebî'nin en eski hadîs kaynaklarından olan İmâm Muhammed ile İmâm Ebû Yusuf'un eserlerinde ilginç bir rivâyet nakledilmiştir. Bu rîvâyet Müslim dahil birçok muhaddis tarafından da tahrîc edilmiş ve sahîh kabul edilmiştir. Bu rîvâyete göre Abdullâh b. Mes‘ûd evine gelen iki meşhur talebesi Esved ve Alkame’ye imâm olup namaz kıldırmıştır. Namaz esnasında rükûda onların ellerini diz kapaklarının üzerine koyduğunu görmüş ve namazda onların ellerine vurarak kendi ellerine dikkat çekmiştir. Kendisi de o esnada rükûda avuçlarını birleştirip diz kapaklarının arasına koymuştur. Âlimler bu eylemi tatbîk olarak isimlendirmişlerdir. Abdullah b. Mes'ûd namaz sonrası onlara Hz. Peygamber’in rükûda ellerini bu şekilde üst üste kapatıp dizlerinin arasına koyduğunu nakletmiştir. İbn Mes‘ûd’un bahsettiği bu eylem elbette o dönem yaygın olan rükûda ellerin diz kapaklarının üzerine konulması uygulaması ile çelişmektedir. Hanefî İmâmları mübhem bir râviden ve İbrâhîm en-Nehaî'den munkatı bir isnadla Hz. Ömer'in ellerini rükûda diz kapaklarının üstüne koyduğunu nakletmiş ve tercihlerinin Hz. Ömer uygulaması olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca İbrâhîm en-Nehaî'den bu uygulamanın zamanla terkedildiği görüşünü de nakletmişlerdir. Zaman içerisinde ise bu uygulamanın mensûh olduğu yüksek bir sesle dillendirilmiştir. Hicrî üçüncü asırda bu uygulamanın mensûh olduğu Kütüb-i Sitte müelliflerinden Tirmizî ve Nesâî tarafından da ifade edilmiştir. Bununla birlikte Hz. Alî’den kişinin rükûda isterse diz kapaklarını tutabileceği, isterse tatbîk yapabileceği hasen sayılan bir rivâyet ile de nakledilmiştir.
Bu uygulamanın yasaklandığına dair iki rivâyet nakledilmiştir. Biri Sa‘d b. Ebî Vâkkâs’tan nakledilmiş olup sahîh kabul edilmiştir. Ancak bu hadîste bu yasağın fâili mübhem bırakılmıştır. Bir diğer rivâyet Hz. Ömer’den nakledilmiştir. Bu rivâyette Hz. Ömer “Diz kapakları size sünnet kılındı” demektedir. Ancak sünnet kılanın kim olduğu yine mübhemdir. Ayrıca bu rivâyeti Hz. Ömer’den nakleden râvînin Hz. Ömer’den hadîs işitip işitmediği de tartışmalıdır.
Bu uygulamanın mensûh olduğu anlayışı bu problemi çözmek için geliştirilen en önemli argümandır. Bunda da yukarda verdiğimiz iki sahâbinin rivâyetleri hiç şüphesiz etkili olmuştur. İbn Huzeyme, İbn Hibbân, İbn Battâl, Kâdî ‘İyâz, Nevevî ve İbn Hacer gibi birçok âlim bunu savunmuşlardır. Ancak bazı problemler içermekte olan bu argümana bazı âlimler de itiraz etmişlerdir. Bu bağlamda Aynî, Abdullah b. Mes'ûd'un Hz. Peygamber ile vefatına kadar yakınında ve sürekli hizmetinde bulunduğunu bu sebeple böyle bir şeyin mümkün olamayacağı ifade etmiş ve Hz. Peygamber'in bu uygulamayı nesh ettiği anlayışını kabullenmemiştir. Nitekim şayet bu şekilde bir nesh söz konusu ise bundan İbn Mes'ûd'un da haberinin olması gerekmektedir.
Bir başka geliştirilen argüman ise Hz. Peygamber'in bu uygulamayı bir defa yaptığıdır. Ancak bu da pek tutarlı görünmemektedir. Abdullah b. Mes'ûd'un bir defa yapılan bir uygulamaya devam etmesi ve ettirmeye çalışması pek de mantıklı bir durum değildir.
Bir diğer argüman ise rükûda ellerin diz kapaklarının arasına koyulması uygulamasının Yahudilere ait olduğudur. Hz. Peygamber'in (s) herhangi bir konuda vahiy yoksa Ehl-i Kitâb'a uymayı sevdiği ifade edilmiştir. Son emirle de onlara muhalefet etmiştir. Bu da son derece problemli bir argümandır. Nitekim bu durumda elleri diz kapaklarının arasına koymak Yüce Allah'ın emri olmaktadır. Bu bağlamda İbn Mes'ûd'un uygulaması vahye muhalefet anlamına gelmektedir.
Bütün bu verilerden hareketle ilim adamlarını son derece meşgul ettiğini düşündüğümüz bu uygulamanın Hz. Peygamber tarafında nesh edilip edilmediğini tespite çalışacak eğer bir nesh de söz konusu ise nâsihinin kim olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
An interesting narration was reported in the works of Imam Muhammed and Imam Ebu Yusuf, who are among the oldest hadith sources of the Hanefi sect. This narration was also identified by many muhaddiths, including Muslim, and was accepted as sahîh. According to this narration, Abdullah b. Mesud became the imam of his two famous students, Esved and Alkame, who came to his house and performed prayer (salaah). While praying (salaah), he saw them putting their hands on their knees in ruku and drew attention to his own hands by hitting their hands. At the time of ruku, he put his hands together and placed them between his knees. Scholars named this action as tatbîq. After the prayer (salaah), Abdullah b. Mesud narrated them that the Prophet put his hands together like this and placed them between his knees in ruku. This action mentioned by Ibn Mesud contradicts the practice of putting the hands on the knees in ruku, which certainly was common at that time. Hanefi Imams reported from an ambiguous narrator and with a munkati attribution from Ibrahim en-Nehai that Omer put his hands on his knees in ruku and mentioned that their preferences were about Omer’s practice. Besides, they also narrated the view of Ibrahim en-Nehai that this practice was abandoned over time. In time, it was called out that this practice was an abrogation. It was also stated by Tirmizi and Nesai, who are among the authors of Kutub al-Sittah, that this practice was abrogated in the third century Hijri. In addition to this, it was also reported with a narration counted Ḥasan from Ali that a person may hold his knees or do tatbîq in ruku. There are two narrations regarding the prohibition of this practice. One was narrated from Sad b. Ebi Vakkas and this narration was accepted as sahîh. Nevertheless, in this hadith the subject (doer) of this prohibition was left ambiguous. Another narration was reported from Omer. In this narration, Omer said: “Knees have been made sunnah for you.” However, the person who made it sunnah is still ambiguous. Moreover, it is also debatable that whether the narrator, who reported this narration from Omer, heard a hadith from him or not.
The understanding that this practice is an abrogation is the most essential argument developed to solve this problem. Undoubtedly, the narrations of the two companions given above were effective in this. Many scholars such as Ibn Huzeyme, Ibn Hibban, Ibn Battal, Kadi Iyaz, Nevevi and Ibn Hacer defended this. However, some scholars objected this argument which includes some problems. Within this context, Aynî stated that Abdullah b. Mesud was close and in continuous service with the Prophet until his passing. For this reason, such a thing would not be possible, and he (Aynî) did not accept the understanding that the Prophet abrogated this practice. Thus, if such an abrogation was in question, Ibn Mesud must have been aware of this, too. Another argument that was developed is that the Prophet made this practice once. However, this does not seem very consistent. It is not a logical situation for Abdullah b. Mesud to continue and try to maintain a practice that was done for once. Another argument is that the practice of putting the hands between the knees in ruku belongs to the Jews. It was stated that the Prophet liked to follow the people of the book if there was no revelation on any subject. He objected them with the last command. This is a highly problematic argument. As a matter of fact, in this case, putting the hands between the knees is the commandment of Almighty Allah. In this regard, Ibn Mesud’s practice means an opposition to revelation. Considering these facts, whether this practice, which we think kept the scholars very busy, was abrogated by the Prophet or not will be tried to determine. And if there is an abrogation, we will try to reveal who the abrogator is.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din, Toplum ve Kültür Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2022 |
Kabul Tarihi | 3 Haziran 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022Cilt: 22 Sayı: 1 |
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.