Bu çalışma, İslam'ın felsefi bir perspektiften Batı merkezli modern bir Uluslararası İlişkiler (UI) teorisi geliştirip geliştiremeyeceğini araştırmaktadır. Stephen Toulmin'in argümantasyon modelini kullanarak, İslamî ve Batı paradigması arasındaki ontolojik, epistemolojik, metodolojik ve aksiyolojik farklılıkları incelemektedir. Çalışma, vahiy temelli epistemolojiye ve tevhid (Allah'ın birliği) anlayışına dayanan İslam düşüncesinin, Batı Uİ teorilerinin seküler, rasyonalist ve materyalist varsayımlarıyla uyum sağlayıp sağlayamayacağını araştırmaktadır. Sonuç olarak, teorik uyumsuzlukların önemli ölçüde var olduğu belirlenirken, İslamî ilkelerin adalet, eşitlik ve çoğulculuk gibi küresel tartışmalara katkıda bulunabileceği vurgulanmaktadır. Bu çalışma, geleneksel araştırmalardan farklı olarak, felsefe temelli bir argümantasyon yaklaşımı benimsemektedir. Toulmin’in modeli -iddia, veri, gerekçe, destek, karşıt görüş ve niteleyici unsurlarından oluşan yapı- her iki paradigmanın teorik temellerini analiz etmek için kullanılmaktadır. Toulmin'in argümantasyon modeli, bir argümanın yapı taşlarını analiz etmek için kullanılan altı temel unsurdan oluşur: iddia (claim), argümanın savunduğu temel noktayı ifade eder; veri (data), iddiayı destekleyen kanıtları içerir; gerekçe (warrant), veriler ile iddia arasında mantıksal bir köprü kurar; destek (backing), gerekçeyi güçlendiren ek bilgiler sunar; çürütme (rebuttal), karşı argümanları ele alır; ve niteleyici (qualifier), iddianın gücünü ve kesinlik derecesini belirtir. Bu model, İslamî ve Batı paradigmalarının ontolojik, epistemolojik, metodolojik ve aksiyolojik temellerini sistematik olarak inceleyerek uyumsuzluklarını ortaya koyar. Bu unsurlar, İslam ve Batı uluslararası ilişkiler teorilerinin kavramsal çerçevelerini ve temel farklılıklarını anlamada kritik bir öneme sahiptir. Batı Uİ teorilerindeki ulus-devlet, egemenlik ve güç gibi temel kavramlar, İslam’daki ümmet, ilahi egemenlik ve ahlaki güç kavramlarıyla karşılaştırılmaktadır. Bu karşılaştırmalar, entegrasyonun teorik olarak mümkün olmadığını göstermektedir. Çalışma, İslam’ın tevhid merkezli ontolojisinin, Batı Uİ teorilerinin seküler ontolojisiyle özünde uyumsuz olduğunu bulmaktadır. İslamî ontoloji, ilahi egemenlik ve manevi-maddi alanların bağlantısını vurgularken, Batı teorileri devlet merkezli ve materyalist paradigmaları önceliklendirir. Benzer şekilde, vahiy ile aklı bütünleştiren İslamî epistemoloji, genellikle metafizik boyutları dışlayan Batı'nın empirizm ve rasyonalizminden keskin bir şekilde farklıdır. Bu temel farklılıklar, gerçekliğin farklı yorumlarına ve küresel sorunlara yönelik farklı yaklaşımlara yol açmaktadır. Metodolojik olarak, Batı Uİ teorileri, bilimsel pozitivizm ve post-pozitivizme dayalı olarak ampirik gözlem ve deneylere vurgu yapar. Buna karşın, İslamî metodoloji vahyin ve sünnetin içtihadi (yorumlama) yöntemine dayanır. Bu farklılık, paradigmatik uyumsuzluğu daha da pekiştirmektedir. Aksiyolojik olarak, İslam düşüncesi ahlak ve adaleti merkeze alarak değerlerini ilahi ilkelerden türetir. Oysa Batı Uİ teorileri genellikle değer-nötr duruşlar benimseyerek etik yerine güç ve pragmatizmi önceliklendirir. Bu aksiyolojik farklılıklar, paradigmalar arasında sorunsuz bir entegrasyonu engellemektedir. Çalışma, modern Uİ’nin temelini oluşturan ve devlet egemenliği, seküler yönetim ve ulusal çıkarları vurgulayan Westphalia modelini eleştirmektedir. Bu model, ahlaki ve etik ilkeleri önceleyen İslam’ın bütüncül yönetim anlayışıyla keskin bir tezat içindedir. Ayrıca, çoğulculuk ve göreceliliği savunan post-modern ve post-seküler Uİ teorileri, İslam’ın teosentrik dünya görüşü ve mutlak ahlaki değerleriyle uyumsuzdur. Entegrasyonun imkansızlığına rağmen, çalışma, İslamî ilkelerin adalet, eşitlik ve çoğulculuk üzerine yapılan tartışmaları nasıl zenginleştirebileceğini vurgulamaktadır. Örneğin, İslam’ın adalet kavramı, güç dengesizliklerini ve ekonomik eşitsizlikleri ele almak için bir ahlaki çerçeve sunmaktadır. Toulmin’in modelini uygulayarak, çalışma paradigmalar arasındaki yapısal ve felsefi uyumsuzlukları gösterirken, adalet, etik yönetişim ve çoğulculuk gibi ortak değerlerin iş birliği için potansiyel alanlar olduğunu belirtmektedir. Tam entegrasyon mümkün olmasa da, bu ortak ilkeler İslamî ve post-seküler çerçeveler arasında diyalog oluşturabilir ve küresel yönetişim stratejilerine anlamlı katkılarda bulunabilir. Çalışma, İslam siyaset teorisinin kendi çerçevesi içinde değerlendirilmesinin önemini vurgulamakta. İslamî değerlerin uluslararası ilişkiler söylemine yaptığı katkıları tanıma çağrısında bulunmaktadır.
Dini Araştırmalar Uluslararası İlişkiler Teorisi İslam Siyaset Teorisi İslam Dünya Görüşü İslami Politik Teori Teorik Uyumsuzluk Batı Dünya Görüşü
This study investigates whether Islam can develop a Western-centric modern international relations (IR) theory from a philosophical perspective. Employing Stephen Toulmin's model of argumentation, it examines the ontological, epistemological, methodological, and axiological disparities between Islamic and Western paradigms. It explores whether Islamic thought, rooted in tawhid (the unity of God) and revelation-based epistemology, can align with the secular, rationalist, and materialist assumptions underpinning Western IR theories. Ultimately, the study identifies significant theoretical incompatibilities while highlighting how Islamic principles might contribute to global discussions on justice, equality, and pluralism. Unlike conventional research, this study employs a philosophy-based argumentative approach. Toulmin's model -consisting of claim, data, warrant, backing, rebuttal, and qualifier- analyzes the theoretical underpinnings of both paradigms. Toulmin's model of argumentation consists of six key elements: claim, which represents the central point of the argument; data, the evidence supporting the claim; warrant, the logical bridge connecting the data to the claim; backing, additional information reinforcing the warrant; rebuttal, addressing counterarguments; and qualifier, which indicates the strength of the claim. This model systematically examines the ontological, epistemological, methodological, and axiological foundations of Islamic and Western paradigms, highlighting their incompatibilities. These components are critical in understanding the conceptual frameworks and fundamental differences between Islamic and Western international relations theories. Central concepts in Western IR theories, such as the nation-state, sovereignty, and power, are compared with Islamic notions like ummah (community of believers), divine sovereignty, and moral power. These comparisons underscore the theoretical impossibility of integration. The study finds that Islam’s tawhid-centered ontology is inherently incompatible with the secular ontology of Western IR theories. While Islamic ontology emphasizes divine sovereignty and the interconnection of spiritual and material realms, Western theories prioritize state-centric and materialist paradigms. Similarly, Islamic epistemology, which integrates revelation (wahy) with reason (‘aql), contrasts sharply with Western empiricism and rationalism, which often exclude metaphysical dimensions. These foundational differences result in divergent interpretations of reality and approaches to addressing global challenges. Methodologically, Western IR theories are rooted in scientific positivism and post-positivism, emphasizing empirical observation and experimentation. In contrast, Islamic methodology relies on interpretation (ijtihad) of revelation and the sunnah (practices of the Prophet Muhammad). This divergence further reinforces the paradigmatic incompatibility. Axiologically, Islamic thought places morality and justice at its core, deriving values from divine principles. Western IR theories, however, often adopt value-neutral stances, prioritizing power and pragmatism over ethics. These axiological differences hinder seamless integration between the paradigms. The study critiques the Westphalian model, foundational to modern IR, which emphasizes state sovereignty, secular governance, and national interests. This model stands in stark contrast to Islam’s holistic governance approach, which prioritizes moral and ethical principles. Moreover, post-modern and post-secular IR theories advocating pluralism and relativism are inconsistent with Islam’s theocentric worldview and absolute moral values. Despite the impossibility of integration, the study highlights how Islamic principles can enrich discussions on justice, equity, and pluralism. For example, the Islamic concept of justice (adl) emphasizes fairness and responsibility, offering a moral framework for addressing power imbalances and economic disparities. By applying Toulmin’s model, the study demonstrates the structural and philosophical incompatibilities between the paradigms while identifying shared values such as justice, ethical governance, and pluralism as potential areas for collaboration. Although full integration is unattainable, these shared principles can foster dialogue between Islamic and post-secular frameworks and contribute meaningfully to global governance strategies. The study underscores the importance of evaluating Islamic political theory within its own framework rather than attempting to fit it into Western paradigms and calls for recognizing the unique contributions of Islamic values to international relations discourse.
Religious Studies International Relations Theory Islamic Political Theory Islamic Worldview Theoretical Incompatibility Western Worldview.
Primary Language | English |
---|---|
Subjects | Islamic Studies (Other) |
Journal Section | Research Article |
Authors | |
Publication Date | December 30, 2024 |
Submission Date | August 9, 2024 |
Acceptance Date | December 16, 2024 |
Published in Issue | Year 2024Volume: 24 Issue: 2 |
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License.