The subject of this study is the birth of communication: The origin of language and the diversification of languages. In the article, different views such as tawqīfī (divine teaching), naturalism, reconciliation, and capability theory, which have been put forward about the emergence of the first language and the diversification of languages, are evaluated around different paradigms. In the current communication studies, language is mainly assessed in terms of its importance and function; the origin of the language and the change of languages in the historical process are not mentioned enough. Since today’s understanding of science acts primarily according to positive science, it deals with the issue only in a descriptive way and does not go down to the origins of language and communication. Another problem is that the paradigms of modern science explain language and communication according to the theory of compromise. However, it is seen that language is evaluated in many ways in the Islamic science paradigm; issues such as the birth of language, whether language should be divine teaching, its origin and the diversification of languages are discussed thoroughly. Because accepting divine teaching also means accepting naturalism, compromise, and capability theory. Of course, some types of languages have been mentioned in modern sciences, but this has only consisted of dividing and classifying modern languages into groups. According to the understanding of Islamic science, the language of origin was taught to Adam by a divine declaration. Because the fact that Allah Almighty addresses Adam in the Qur’ān as “tell me the names”; Adam also understands and responds to this request (al-Baqara 2/33) indicates that Adam knows a language. It is clear from the verses in the Qur’ān that Adam and Eve approached the forbidden tree and then repented, they know a language. These verses are evidence that communication began with the first person in the sense of expressing thoughts and perceptions with words and groups of words. Looking at the empirical evidence, it also seems that the being who most clearly and perfectly describes his feelings and thoughts is human. This feature of human is described through the verse that “Allah created human being, He taught him how to distinguish” (al-Rahmān/3-4. In fact, there are clear statements in the Qur’ān that the first people also used the literary arts, which are advanced descriptions of language and communication. For example, Kābil/Cain, the unfortunate son of Adam, did not know what to do when he killed his brother Habel/Abel as a result of jealousy, then he realized that he would bury the body from the raven digging up the ground while he was vacillating in despair, and said, “Alas for me, I didn't manage to be as big as this raven and cover up my brother’s body” (al-Māida 5/31). In addition to expressing a situation, these explanations of his also include the arts of beyān such as temsīlī teşbīh and istiāre. The above-mentioned and other verses give us clear evidence of the beginning of the first language and the language of origin. Because reality shows that while other living things communicate with body language and some sounds, human beings use certain letter, word and word patterns that are specifically defined as language. Thanks to language, mankind has created the transfer of knowledge, cultural continuity, and progress in civilization. This feature belongs only to the human species. Since man is a social being, all his activities are realized through communication, especially language. According to Islamic sciences, the history of mankind began with Adam and Eve meeting in Arafat and then settle in Mecca; then, as in the case of the people of Hud, humanity must have passed to the south; to the western Arabian Peninsula, where it was seen in the Thamud people, from there to Lebanon, Syria and Egypt; and from Egypt it must have spread to all of Africa. In the north, humanity has spread to the remote regions of Asia and Europe through Mesopotamia and Anatolia. The diversification of languages should also be divided into Sami-Hami, Indo-European and Ural-Altay languages from the language of origin first through these regions, and then into sub-languages. The aim of the study is to examine the origin language, the way of learning the origin language and the diversification of languages; its importance is to explain the origin language and its nature, which is not included in today’s communication studies. In the study, a document review accepted from qualitative method techniques was applied; studies related to the origin language, the way of learning the origin language, and the diversification of languages were evaluated; works related to language and statement were applied.
Arabic Language an Thetoric Communication Language Origin Names
Çalışmanın konusu, iletişimin doğuşu: Köken dil ve dillerin çeşitlenmesidir. Makalede ilk dilin ortaya çıkışı ve dillerin çeşitlenmesi konusunda ileri sürülen tevkīfîlik, doğalcılık, uzlaşı ve meleke teorisi gibi farklı görüşler, değişik paradigmalar etrafında değerlendirilmiştir. Mevcut iletişim çalışmalarında dil, daha çok önemi ve işlevi yönünden değerlendirilmekte; köken dil ve dillerin tarihsel süreç içerisindeki değişiminden yeterince bahsedilmemektedir. Günümüz bilim anlayışı daha çok pozitif bilime göre hareket ettiği için meseleyi sadece açıklama merkezli ele almakta, dil ve iletişimin kökenlerine inmemektedir. Bir diğer problem de çağdaş bilim paradigmalarının dili ve iletişimi uzlaşı teorisine göre açıklamalarıdır. Oysaki İslâmî ilim yaklaşımında dilin çok yönlü değerlendirildiği görülmekte; dilin doğuşu, dilin tevkīfî olup olmaması, kökeni ve dillerin çeşitlenmesi gibi konular etraflıca ele alınmaktadır. Tevkīfîliği kabul etmek aynı zamanda doğalcılık, uzlaşı ve meleke teorisini de kabul etmek anlamına gelmektedir. Modern bilimlerde de elbette bazı dil çeşitlerine değinilmiştir, fakat bu sadece günümüz dillerini gruplara ayırıp tasnif etmekten ibaret kalmıştır. İslâmî ilim anlayışına göre dil ile iletişimi insan icat etmemiştir. Bir köken dil vardır ve bu köken dil, Hz. Âdem’e ilâhî bir bildirimle öğretilmiştir. Zira Kur’ân’da “Allah Adem’e isimleri öğretti” beyânı ve Yüce Allah’ın Hz. Âdem’e “isimlerden haber ver” diye hitap etmesi, Hz. Âdem’in de bu isteği anlayıp cevap vermesi (el-Bakara 2/33) Hz. Âdem’in bir dil bildiğine işaret etmektedir. Kur’ân’da Hz. Âdem’in ve Hz. Havva’nın yasak ağaca yaklaşmaları ve sonrasında yaptıkları tövbeyi anlatan âyetlere bakıldığında onların bir dil bildiği açıkça görülmektedir. Bu âyetler düşünce ve algıları, kelime ve kelime grupları ile ifade etme anlamında iletişimin ilk insanla beraber başladığının delilleridir. Ampirik delillere bakıldığında da duygu ve düşüncelerini en açık ve en mükemmel şekilde anlatan varlığın sadece insan olduğu görülmektedir. İnsanın bu özelliği “Allah insanı yarattı, ona beyânı öğretti.” (er-Rahmân 55/3-4) âyetiyle de belirtilmiştir. Hatta dilin ve iletişimin gelişmiş açıklamaları olan edebî sanatların ilk insanlar tarafından da kullanıldığına dair Kur’ân’da sarih ifadeler vardır. Örneğin Hz. Âdem’in talihsiz oğlu Kābil, kıskançlık neticesinde kardeşi Hâbil’i öldürdüğünde ne yapacağını bilememiş, çaresizlik içerisinde bocalarken yeri eşeleyen kargadan cesedi gömeceğini anlamış ve “Eyvahlar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmeyi beceremedim.” (el-Mâide 5/31) demiştir. Onun bu açıklamaları bir durumu ifade etmenin yanı sıra temsilî teşbih ve istiare gibi beyân sanatlarını da içermektedir. Yukarıda anılan ve daha başka ayetler ilk dil ve köken dilin başlangıcı konusunda bize açık deliller sunmaktadır. Zira realite de bunu göstermektedir ki diğer canlılar beden dili ve birtakım seslerle iletişim sağlarken insanoğlu özellikle dil olarak tanımlanan belli harf, sözcük ve kelime kalıplarını kullanmaktadır. Dil sayesinde insanoğlu, bilgi aktarımı, kültürel süreklilik ve uygarlıktaki ilerlemeyi meydana getirmiştir. Bu özellik sadece insan türüne aittir. İnsanın sosyal bir varlık olması sebebiyle etkinliklerinin tümü iletişimle özellikle de dille gerçekleşmektedir. İslâmî ilimlere göre insanlık tarihi Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Arafat’ta buluşup Mekke’ye yerleşmesi ile başlamış; sonra Hûd kavminde olduğu gibi insanlık güneye; Semûd kavminde görüldüğü batı Arap yarımadasına, oradan Lübnân, Sûriye ve Mısır’a geçmiş olmalı; Mısır’dan da tüm Afrika’ya yayılmış olmalıdır. Kuzeyde ise Mezopotamya ve Anadolu üzerinden insanlık Asya ve Avrupa’nın ücrâ bölgelerine dağılmıştır. Dillerin çeşitlenmesi de yine bu bölgeler üzerinden önce köken dilden Sâmî-Hâmî, Hint-Avrupa ve Ural-Altay dillerine sonra da alt dillere ayrılmış olmalıdır. Çalışmanın amacı köken dil, köken dilin öğrenilme şekli ve dillerin çeşitlenmesinin ele alınmasıdır; önemi ise günümüz iletişim çalışmalarında yer almayan köken dil ve mahiyeti üzerine açıklama yapmasıdır. Çalışmada nitel yöntem tekniklerinden kabul edilen doküman incelemesine başvurulmuş; köken dil, köken dilin öğrenilme şekli ve dillerin çeşitlenmesiyle ilgili eserler değerlendirilmiş; dil ve iletişimle alakalı çalışmalara başvurulmuştur.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2022 |
Kabul Tarihi | 1 Haziran 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 |
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.