Bu makalenin amacı tarihsel süreçte kent ve din arasındaki ilişkinin değişen doğasını bir teorik çerçeve içinde tespit etme çabasıdır. Dünyanın her tarafında ve tarihin uzun bir devresinde kentler parçası oldukları geleneksel/feodal topluma has karakteristik özellikler sergilemişlerdir. Modern kentler de yine aynı şekilde modern toplumların bir parçası olarak kendilerine has özellikler sergilemektedir. Başka bir deyişle kentler, tek başlarına var olan komüniteler olarak ele alınmazlar. Parçası oldukları büyük toplumun temel yapısına izafe edilerek anlaşılabilirler. Bu yönüyle kent, Robert Park’ın ifadesiyle toplumsal davranışın araştırılması için bir “laboratuvar” konumundadır. Özellikle Sanayi Devrimi sonrasında yaşanan gelişmelerle birlikte kentler, genel anlamda toplumların kaderinin belirlendiği ve geleneksel toplumdan farklı bir hayat tarzını temsil eden alanlar hâline gelmiştir. Doğal olarak, yeniden biçimlenen kent hayatında yaşanan değişimler, kentleşme bağlamında din ve kültür alanının değişimini de kaçınılmaz kılmış ve antik dönemden itibaren değişmekte ve dönüşmekte olan kentler ile din arasında asırlardır süren ilişkinin kırılma noktasını modernleşme adı verilen hızlı değişim süreci oluşturmuştur. Bu açıdan kentler, insanların birbirleriyle olduğu kadar; yaşadıkları mekânla da ilişki kurdukları, ondan etkilenmek ya da etkileyip değiştirmek suretiyle onu toplumsal süreçlerin bir parçası hâline getirdikleri alanlardır. İnsanoğlu, tarihin ilk dönemlerinden beri kentlerde yaşamamaktadır. Kent, insanın kendi amaçları ve kendi sosyal ilişkileri doğrultusunda sonradan inşa ettiği bir yaşam alanıdır. Tarih boyunca yıkılan, ortadan kalkan medeniyetler ve kentlerin yerlerini başka medeniyetler ve kentler almıştır. Buna karşın, geçmişte var olan klasik kentler ile Sanayi Devrimi sonrası ortaya çıkan modern sanayi kentlerinin karşılaştıkları güçlükler, daha ileri bir toplum örgütlenmesi veya kentten farklı bir yerleşim/yönetim biçimi ile aşılabilmiş değildir. Toplumsal örgütlenmenin ileri bir seviyesi, gelişkin bir örneği olan kentler, tarih boyunca farklı yönetsel ağları ve toplumsal ilişkileri bünyesinde barındıran alanlar olmuştur. Varlık gösterdikleri dönemlerde, nüfusu yoğun bir şekilde kendilerine çekme nedenleri kimi zaman savunma faktörüne, kimi zaman dini öğelere, kimi zaman ticaret ya da sanayi gibi olgulara dayansa da site kentlerinden günümüzün modern sanayi kentlerine kadarki süreçte kurulan veya ortadan kalkan bütün kentlerin ortak özelliği; egemen olunan kaynaklar üzerinden ürettikleri gücün sürekliliğidir. Sonuçta, insan toplulukları tarih boyunca, nasıl bir ideal yaşam hayal ediyorlarsa etraflarını da ona göre dizayn ettiklerinden bir kent inşa edildiğinde, kentin fiziksel ve sosyolojik yapısı o toplumun inançlarının, geleneklerinin ve sosyal örgütlenmesinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmıştır. Nitekim Gülzar’ın deyimiyle, kapitalist toplumlar kentlerini gökdelenler, borsalar ve ticaret merkezleri etrafında inşa ederek “eco-centrik”; komünist toplumlar kentlerini büyük meydanlar ve anıtlar etrafında kurarak “sosyo-centrik” bir kent modeli oluştururken; İslam medeniyeti gibi Allah inancına dayalı toplumlar, kentlerini mabetler ve kutsal mekânlar etrafında inşa ederek “teo-centrik” bir model oluşturmuşlardır. Dolayısıyla modern kentin seküler kurumlarının gerek fert gerekse de toplum hayatında insanların gaye ve anlam arayışı gibi birtakım ihtiyaçlarına cevap veremediği durumlarda, dinin yeni roller ve fonksiyonlar kazanarak öne çıkmasının şaşırtıcı bir durum olmayacağından hareketle, 21. yüzyılın modern kentleri özelinde dinin yapı ve fonksiyonlarında meydana gelen değişimler ile toplumun din algısındaki farklılaşmaları daha iyi tespit edebilmek adına yeni saha araştırmalarına ve bulgulara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Çünkü dinin, kutsal ve aşkın tabiatı yanında, kendisinde var olan değerler sistemi sayesinde insanların önemli ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle hem bireysel hem de toplumsal yönden önemli bir fonksiyon icra ettiği söylenebilir. Bu anlamda çalışmada sosyolojik açıdan klasik kent- modern kent ayrımı özelinde din-toplum ilişkilerinde meydana gelen değişimler, bilimsel araştırma desenlerinden nitel araştırma deseni (stratejisi) benimsenerek teorik açıdan incelenmiştir.
Katkı ve yardımlarından dolayı danışman hocam sayın Prof. Dr. Mehmet Akgül'e ve sayın Doç. Dr. İrfan Erdoğan ile Marife Dergisi’nin değerli emektarlarına teşekkür ederim.
The aim of this article is to try to determine the changing nature of the relationship between city and religion in the historical process within a theoretical framework. All over the world and over a long period of history, cities have exhibited characteristic features specific to the traditional/feudal society of which they are a part. Likewise, modern cities exhibit their own characteristics as a part of modern societies. In other words, cities are not considered as communities that exist alone. They can be understood by relating them to the basic structure of the larger society of which they are a part. In this respect, the city is, in Robert Park's words, a "laboratory" for researching social behavior. Especially with the developments after the Industrial Revolution, cities have become areas where the fate of societies in general is determined and represent a lifestyle different from the traditional society. Naturally, the changes experienced in the reshaped city life made the change in the field of religion and culture inevitable in the context of urbanization, and the rapid change process called modernization constituted the breaking point of the centuries-old relationship between religion and cities, which have been changing and transforming since the ancient period. In this respect, cities are not only about people but also about each other; They are areas where they establish a relationship with the place they live in and make it a part of social processes by being affected by it or by influencing and changing it. Human beings have not lived in cities since the early periods of history. The city is a living space that people build in line with their own purposes and social relations. Throughout history, civilizations and cities that have collapsed or disappeared have been replaced by other civilizations and cities. On the other hand, the difficulties faced by the classical cities that existed in the past and the modern industrial cities that emerged after the Industrial Revolution could not be overcome with a more advanced social organization or a settlement/management style different from the city. Cities, which are an advanced level and a developed example of social organization, have been areas that have incorporated different administrative networks and social relations throughout history. Although the reasons for attracting the population intensively during the periods in which they existed were sometimes based on defense factors, sometimes on religious elements, and sometimes on facts such as trade or industry, the common feature of all cities that were established or disappeared in the process from city-site cities to today's modern industrial cities is; It is the continuity of the power they produce through the resources they dominate. As a result, throughout history, human communities have designed their surroundings according to the ideal life they dream of, and when a city is built, the physical and sociological structure of the city appears as a reflection of the beliefs, traditions and social organization of that society. As a matter of fact, in Gülzar's words, capitalist societies are "eco-centric" by building their cities around skyscrapers, stock exchanges and trade centers; While communist societies create a "socio-centric" city model by building their cities around large squares and monuments; Societies based on belief in God, such as the Islamic civilization, have created a "theo-centric" model by building their cities around temples and sacred places. Therefore, in cases where the secular institutions of the modern city cannot meet some of the needs of people such as the search for purpose and meaning in both individual and social life, it is not surprising that religion comes to the fore by gaining new roles and functions. It is thought that new field research and findings are needed in order to better detect the differences in society's perception of religion. Because it can be said that religion, in addition to its sacred and transcendent nature, performs an important function both individually and socially by meeting the important needs of people thanks to its inherent value system. In this sense, in the study, the changes in religion-society relations, specifically the distinction between classical city and modern city, were examined from a sociological perspective, from a theoretical perspective, by adopting a qualitative research pattern (strategy) from scientific research patterns.
Sociology of Religion City Urbanization Modernization Secularization
I would like to express my gratitude to my advisor, Prof. Dr. Mehmet Akgül, and to Assoc. Prof. Dr. İrfan Erdogan, as well as to the valuable staff of Marife Journal for their contributions and assistance.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Dini Araştırmalar (Diğer) |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Aralık 2023 |
Kabul Tarihi | 10 Aralık 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 |
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.