Kur’ân-ı Kerim’in nazil olduğu ortam olan Cahiliye Arap toplumunda şiir ve hitabet gibi dilsel sanatların yüksek bir seviyede olduğu kabul edilmektedir. Kur’ân’daki bazı ayetler, edebi kültürü bir övünç vesilesi olarak gören bu topluma belagat ve fesahat yönüyle meydan okumuştur. Hatta Kur’ân, meydan okumanın seviyesini her seferinde yükselterek önce kitabın tamamına, sonra on suresine ve nihayetinde tek bir suresine benzer bir söz getirmeleri noktasına taşımıştır. Cahiliye Arap toplumunun tüm bu meydan okumalar karşısında aciz kalışı i‘câzu’l-Kur’ân olarak isimlendirilmektedir.
Belagat ilminin ortaya çıkışı ve gelişiminde Kur’ân’ın i‘câz vecihlerine yönelik yapılan çalışmaların etkisi büyük olmuştur. Özellikle hicri II. asır ve sonrasında, büyük bir kısmı kelamcı olan birçok âlim tarafından i‘câzu’l-Kur’ân ismiyle veya farklı isimler altında bu konuyu ele alan çokça eser kaleme alınmıştır. Bu eserlerde Kur’ân’ın i‘câz vecihlerine yönelik çeşitli görüşler ve teoriler ortaya atılmıştır. Bu teorilerden biri de Ebû İshak en-Nazzâm (ö. 231/845)’a nispet edilen Sarfe teorisidir. Bu teoriye göre Kur’ân’ın muhatabı olan Araplar fesahat ve belagat yönüyle onun bir benzerini hatta ondan daha üstün bir kitabı ortaya koyabilirlerdi. Ancak Allah bu muaraza gücünü ve cesaretini onlardan alarak böyle bir işi engellemiştir. Böylece Kur’ân’ın i‘câz yönü bizzat kendisinde değil de Allah’ın bu engellemesinde ortaya çıkmaktadır. Sarfe teorisi, onu savunan âlimler tarafından geliştirilmiş, gelen eleştiriler karşısında revize edilerek farklı versiyonlarıyla i‘câzu’l-Kur’ân literatüründe yerini almıştır. Bu teori sonraki süreçte bazı âlimler tarafından desteklenirken bazı âlimler tarafından reddedilmiştir. Sarfe teorisini reddeden âlimlerden biri de Abdülkâhir Cürcânî (ö. 471/1078)’dir. O, er-Risâletü’ş-şâfiye isimli eserinde bu teorinin yanlışlığına yönelik görüşlerini ortaya koymuş, yazdığı diğer eserlerinde buna alternatif olarak Nazım teorisini sistemleştirmiştir. Ancak ondan önce Câhız başta olmak üzere Ebû Süleyman el-Hattâbî (ö. 388/998), Bâkıllânî (ö. 403/1013) ve Kâdî Abdülcebbâr (ö. 415/1025) gibi âlimlerin de içinde olduğu birçok müellif, eserlerinde Sarfe teorisine yönelik eleştirilerini zikretmişlerdir. Bu âlimler içerisinde, diğerlerine nispetle konuyu daha geniş bir şekilde ele alan kişi Kâdî Abdülcebbâr olmuştur.
Biz bu çalışmamızda daha çok belagat ilmine yönelik çalışmalarıyla şöhret bulmuş olan Abdülkâhir Cürcânî’nin Sarfe teorisine yönelik eleştirilerinde kendisinden önceki âlimlerin yaklaşımlarından ne derecede etkilendiğini saptamaya çalıştık. Cürcânî’nin tenkit ettiği hususların ve tenkit metodunun kendisinden önce yaşamış âlimlerin eleştirileriyle ortak ve farklı noktalarını belirlemeye gayret gösterdik. Ayrıca Cürcânî’nin sarfe teorisini eleştirirken ortaya koyduğu yaklaşımın kendinden sonraki âlimlere etki edip etmediğini inceledik. Böylelikle Cürcânî’nin i‘câzu’l-Kur’ân çalışmalarının önemli meselelerinden biri olan sarfe eleştirisine bir belagatçı olarak ne derece katkıda bulunduğunu ortaya çıkarmaya çalıştık. Cürcânî kendisine kadar oluşmuş nahiv literatürünü, nazım ismini verdiği ve söz söyleme anlamında kelamda bağlamın mana üzerindeki etkisini ilk defa kapsamlı bir şekilde araştırmış bir âlimdir. Cümle içerisindeki ögelerin konumlarının anlam üzerinde farklı etkilerini inceleyerek, daha sonraları belagat âlimlerinin ‘meani’ ismini verdiği belagat disiplininin kurucusu sayılmaktadır. Daha çok belagat eserleriyle meşhur olan Cürcânî belagatın kurucusu olmak gibi bir payeye layık görülmüştür. Onun bu şöhreti elde etmesinde kuşkusuz dil ilimlerine ve belagat ile ilgili tartışmalara mantıksal, irdelemeci bir üslupla yaklaşması etkili olmuştur. Akli ve nakli argümanları titizlikle kullanma yönündeki tavrını sarfe teorisine yönelik eleştirilerinde de göstermiştir. Eşarî bir âlim olmasına karşın sarfe nazariyesini eleştirirken mezhep ismi zikretmemesi, bir mutezilî olan Kâdî Abdülcebbâr’ın görüşlerinden istifade ettiğini düşündürecek tarzda ona benzer delilleri zikretmesi önemlidir. Çalışmanın bir diğer amacı da İslami kültür geleneğinde âlimlerin farklı mezheplerden âlimlerin görüşlerinden faydalandıklarını göstermektir. Aynı şekilde bir mutezili olan Nazzâm’a nisbet edilen sarfe nazariyesinin Câhız ve Kâdî Abdülcebbâr gibi başka mutezili âlimler tarafından eleştirilebildiğini ortaya koymaktır. Böylelikle İslami ilimlerin zirveye ulaştığı dönemlerde âlimler arasında mezhep taassubunun olmadığına dair bir fikir oluşturmaktır.
It is accepted that linguistic arts such as poetry and rhetoric are at a high level in the Jahiliyya Arab society in which the Qur'an was revealed. Some verses in the Qur'an challenged this society, which saw literary culture as a source of pride, in terms of rhetoric and eloquence. Furthermore, the Qur'an has raised the level of challenge each time to the point of bringing a similar word to the entire book, then to its ten suras, and finally to a single surah. The helplessness of the Jahiliyya Arab society in the face of all these challenges is called i'câzu'l-Qur'an.
The effects of the studies on the i'jaz aspect of the Qur'an have been great in the emergence and development of the science of rhetoric. Especially in the second hijri century and later, many works dealing with this subject were written by many scholars under the name of i'jâzu'l-Qur'an. In the works, various views and theories have been put forward regarding the i'jaz aspects of the Qur'an. One of these theories is the Sarfa theory attributed to Abu Ishaq en-Nazzam (d. 231/845). According to this theory, the Arabs could have produced a book similar to it or even superior to it in terms of eloquence and rhetoric. However, Allah prevented it by taking away the strength and courage of this dispute from them. The i’jaz aspect of the Qur’an appears in the prevention of Allah, not in itself. The theory of sarfa was developed by the scholars who defended it and it was revised in the face of criticism and took its place in the literature of i'jâzu'l-Qur'an with different versions. While this theory was supported by some scholars in the following period, it was rejected by the others. One of the scholars who rejected the theory of sarfa is Abdülkâhir Curcani (d. 471/1078). He put forward his views on the falsity of this theory in his work called al-Risaletu'ş-Şafiyye, and systematized the Nazım theory as an alternative to it in his other works. However, many authors including scholars such as Cahız, Abu Suleyman al-Khattabî (d. 388/998), Bâkıllânî (d. 403/1013) and Kâdî Abdulcebbâr (d. 415/1025) criticized the theory of sarfa before. Among these scholars, Kadi Abdulcebbar was the one who dealt with the subject more broadly compared to the others.
In this study, we tried to determine to what extent Abdulkahir Curcani, who gained fame with his studies on the science of rhetoric, was influenced by the approaches of previous scholars in his criticisms for the theory of sarfa. We have tried to determine the common and different points of Curcani’s criticism and his criticism method with the criticisms of the scholars who lived before him. In addition, we examined whether the approach of Curcani in criticizing the theory of sarfa had an impact on later scholars. Thus, we tried to reveal how much Curcani, as an rhetorician, contributed to the criticism of the sarfa, which is one of the important issues of i'jâzu'l-Qur'an studies. Curcani is a scholar who, for the first time, extensively researched the syntax literature, which he called Nazım, and the effect of the context on meaning. By examining the different effects of the positions of the elements in the sentence on the meaning, Curcani is considered the founder of the discipline of rhetoric, which rhetoric scholars later called "meani". Mostly known for his rhetoric works, Curcani was deemed worthy of the honor of being the founder of rhetoric. Curcani also showed his attitude of using rational and analytical arguments meticulously in his criticisms of the theory of sarfa. Although Curcani is a Ashari scholar, it is important that he does not mention the name of the sect while criticizing the theory of sarfa, and that he mentions similar evidences in a way that suggests that he benefited from the views of Kadi Abdulcebbar, a mutazilite. Another aim of the study is to reveal that scholars benefit from the views of other scholars from different sects in the Islamic cultural tradition and the theory of sarfa attributed to Nazzam, who is a mutazilite, can be criticized by other mutazilite scholars such as Cahız and Kadi Abdulcebbar. Thus, it forms an idea that there was no sectarian bigotry among scholars during the periods when Islamic sciences reached their peak.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religion, Society and Culture Studies |
Journal Section | Research Article |
Authors | |
Publication Date | December 30, 2022 |
Acceptance Date | December 26, 2022 |
Published in Issue | Year 2022 |
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.