Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sözlerini, fiillerini ve tasdik ettiği hâdiseleri bizlere aktaran ashâbın ardından, bunların Kutlu Elçi’ye (s.a.v.) aidiyetiyle ilgili birtakım tartışmalar ortaya çıkmıştır. Bu tartışmaları ortadan kaldırmaya çalışan İslâm bilginleri bazı prensipler geliştirerek bunlardan hangilerinin hakikatte Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) ait olduğunu tespit etmeye çalışmışlardır. Bunu yaparken haberi epistemolojik açıdan da incelemişlerdir. Ancak aynı seviyede yer aldığı için aralarında hiyerarşik ilişki bulunmayan ve birbiriyle çelişen haberlerin hükmü konusunda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Hadisçiler bu konudaki düşüncelerini ihtilâfu’l-hadîs, muhtelif’ul-hadîs ve müşkilü’l-hadîs adını verdikleri müstakil bir literatür altında incelerken; fıkıhçılar daha çok usûl eserlerinde tearuz, muaraza, mumânea ve teâdül gibi başlıkları altında konuya dair görüşlerini zikretmişlerdir. İmam Şafiî (ö. 204/820), tearuz ve ihtilaf kavramlarına sıkça yer vermesi, el-Ümm adlı eserinin son bölümünü ihtilâfü’l-hadîs konusuna hasretmesi ve er-Risâle’de bu ilmin esaslarını belirlemesiyle bu literatürün kurucusu kabul edilebilir. Bilindiği üzere kaleme alınan eserler dönemin ilmî, sosyal ve siyasî atmosferinden vareste kalamazlar. Bu doğrultuda ilgili literatürün karşıt fikirlere yönelik reddiyelere dönüşmesinin İbn Kuteybe’nin (ö. 276/889) eliyle gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Nitekim İbn Kuteybe pek çoğu Mu‘tezile’nin eleştirilerine konu olan hadisler arasında çelişki olmadığını göstermek üzere Te’vîl’ü Muhtelifi’l-Hadîs isimli eseri kaleme almıştır. Bu bağlamda ilgili literatür birbiriyle tearuz ettiği zannedilen rivayetler arasındaki çelişkiyi ortadan kaldıran bir ilim dalı olmasının yanında, karşıt fikirlerin birbiriyle mücadelesinin bir ürünü olarak da karşımıza çıkmaktadır.Bu çalışmada Mâlikî mezhebinin ilk sistematik usûl müelliflerinden Bâcî’nin (ö. 474/1081) tearuz ve tercih kaideleri örnek metinler üzerinden tetkik edilmiştir. Mâlikî düşüncenin ehl-i hadis ile ehl-i rey arasında daha çok rey ekolüne yakınlık gösterdiğine ve fıkıhçıların rivayetlerin senetleriyle meşgul olmadığına yönelik iddialar tearuz ve tercih kriterleri özelinde tartışılmıştır.Bu kapsamda Bâcî’nin tearuzu sadece haberlere hasretmediği ve illet bahsini de içine alan bir kavram olarak anlamlandırdığı tespit edilmiştir. Çalışmamızda illetle ilgili bahislere temas edilmemiş, konu, haber nazariyesi çerçevesinde tetkik edilmiştir. Bâcî’nin zâhiren birbiriyle çelişen haberleri cem‘ etmenin mümkün olmadığı görüşünü savunarak tearuz ve tercihin senet ve metinde ortaya çıkacağını iddia ettiği gözlemlenmiştir. Bu doğrultuda Bâcî senetle ilgili tercih kriterlerinde zabt ve hıfz yönünden daha üstün ve daha çok, olayın içinde, rivayetlerinde çelişki olmayan ve hadis sahasında daha araştırmacı ve düzenli râvilerin rivâyetlerinin tercih edilmesi gerektiği iddia etmiştir. Buna ilave olarak daha meşhur ve yaygın olan, semâyla tahammül edilen, Medine ehlinin ameline uygun, senedi ızdıraptan sâlim olan rivâyetlerin de tercih edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ayrıca daha çok hadisçilerin üzerinde durduğu merfûnun mevkufa ve müsnedin mürsele tercih edilmesi meselelerini de senetle ilgili tercih kriterleri altında tetkik etmiştir. Bâcî’nin senetle ilgili tercih kriterlerine metinle ilgili tercih kriterleri kadar önem atfetmesi, fakihlerin rivayetlerin senetleriyle ilgilenmediğine dair galat-ı meşhuru da tashih edeceği için oldukça önemlidir. Bâcî, metinle ilgili tercih kriterlerinde ızdırap ve ihtilaftan sâlim, söylendiği alanda delalet ettiği mantuğa muvafık, tevile ihtiyaç duymayarak müstakil bir anlam ifade eden, tahsis içermeyen, içerdiği hükmün maksadın belirlenmesine yardımcı olan, hükme tesir eden, sebebe bağlı nakledilmeyen, üzerine hüküm bina edilen, farklı ibare ve lafızlarla çeşitli anlamlara gelecek şekilde nakledilen ve sahâbeye yakışmayan davranışlar içeren haberlerin tercih edilmemesi gerektiğini öne sürmüştür. Tüm bunların yanında birbiriyle çelişen haberlerden herhangi birinin tercih edilememesi durumunda, ikisinin de tercih edilebileceğini de iddia etmiştir.Araştırma sonucunda fakihlerin kendine mahsus donanımları ve rivayet malzemesini işleyebilme kabiliyetine sahip olduğu gerçeği yeniden gün yüzüne çıkarılmıştır. Ayrıca tearuz ve tercih literatürünün fakihlerin kendi aralarındaki fikir ayrılıklarının da bir sonucu olarak karşıt fikirlerin birbiriyle mücadelesinin bir ürününe dönüştüğü tespit edilmiştir. Bu bakımdan tearuz ve tercih bahislerinin ilmî açıdan olduğu gibi sosyo-kültürel ve siyasi açıdan da oldukça büyük bir önemi haiz olduğu görülmüştür
After the Companions, who transmitted to us about the words, actions and events of the Prophet (pbuh), some debates arose about their belonging to the blessed messenger. Islamic scholars, who tried to eliminate these discussions, developed some principles and tried to determine which of them actually belonged to the Messenger of Allah. While performing this, they also examined the khabar from an epistemological point of view. However, they expressed different views on the provision of conflicting akhbār, which do not have a hierarchical relationship between each other, since they are at the same level. While the hadith scholars express their thoughts on this subject under a special litera-ture called ikhlāf al-hadith, mukhtalif al-hadith and mushkil al-hadith; fiqh scholars mostly mentioned their views on the subject under the headings such as ta‘āruḍ, mu‘āraḍah, mumāna‘ah and ta‘ādül in their usūl books. Imam Shafi'i (d. 204/820) can be regarded as the founder of this literature with his frequent use of the concepts of tearuz and disagreement, dedicating the last chapter of al-Umm to the subject of ihtilāf al-hadīth, and setting out the principles of this science in al-Risāla. As it is known, the works written cannot be exempt from the scholarly, social and political atmosphere of the period. In this respect, it is possible to say that Ibn Qutayba (d. 276/889) was responsible for the transformation of this literature into refutations against opposing ideas. Ibn Qutayba wrote al-Ta'wīl'ü Muhtelifi'l-Hadīth to show that there was no contradiction between the hadiths, many of which were subject to criticism by the Mu'ta-zilites. In this context, the related literature is not only a branch of science that eliminates the contra-diction between narrations that are supposed to contradict each other, but also a product of the strugg-le of opposing ideas against each other.In this study, the principles of ta‘āruḍ and tarjīh for al-Badjī, one of the first systematic methodologists of Maliki sect, were examined through sample texts. The claims that Maliki thought is more close to the school of ahl al-raʾy in comparison with ahl al-hadīth and that the jurists are not busy with the pro-ofs of the narrations have been discussed in terms of the principles of ta‘āruḍ and tarjīh. In this context, it has been determined that al-Badji does not confine ta‘āruḍ to reports only but interp-rets it as a concept that includes illah. In our study, the issues related to illah were not touched on, the subject was examined within the framework of khabar theory. It has been observed that al-Badji defen-ded the view that it is not possible to collect apparently contradictory reports and claimed that the di-sagreement and preference will emerge in the promissory note and text. With this in mind, al-Badji cla-imed that in the selection criteria related to the deed, the narrations of the transmitters who are supe-rior in terms of dabt and hifz, which do not conflict in their narrations, and who are more inquisitive and regular in the field of hadith, should be preferred. In addition to this, he argued that the more fa-mous and common narrations, which are tolerated by sama way, are suitable for the deeds of the peop-le of Madina, and whose proofs are free from contradiction, should also be preferred. In addition, he examined the issues of preference of marfu to mawquf and musnad to mursal, on which the muhad-dithun focused, under the preference criteria related to the deed. It is very important that al-Badji attac-hes importance to the preference criteria related to the promissory note as much as the preference cri-teria related to the text, as it will also correct the mumpsimus that the jurists are not interested in the documents of the narrations. al-Badji argued that the following types of reports should be accepted: Which is free from contradiction and conflict, in accordance with the logic that it indicates in the field where it is said, expressing an in-dependent meaning without the need for interpretation, no allocation, which helps to determine the purpose of the provision it contains, affecting the judgment, not transmitted due to a reason, decreed upon, transmitted in various meanings with different phrases and words and containing behaviors un-becoming of the Companions. In addition to all these, he claimed that if any of the conflicting reports items cannot be preferred, both can be preferred. As a result of the research, the fact that the jurists had their own equipment and the ability to process the narration material was brought to light again.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2023 |
Kabul Tarihi | 26 Nisan 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 |
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.