The Wahhabi movement, which was established by Muhammad b. Abdulwahhab (d. 1206/1792), spread in a short time with the support of the state, first in Najd, Hejaz, and other regions of Arabia, and then in the whole Islamic world with financial support. Although this movement attributes itself to the Selef, studies show the pioneers of today's Salafi-Wahhabites are Abdullah b. Wahb (d. 38/658) the leader of the Kharijiyya which is also known as the Wahbiyya movement, Muhammad b. Karram (d. 255/869), founder of the Karramiye school which is based on anthropomorphist/corporealist (attributing bodily properties to God) and the assimilationism (ascribing attributes to God that are shared by created beings) and in the later period Ibn Taymiyya (d. 728/1328) and one of his students Ibn al-Qayyim al-Jawziyya (d. 751/1350).
An invitation to the Qur'an and Sunnah against the sect fanaticism; whose first cores were seen from Ibn Taymiyya; became a state policy with the joint activities of Muhammad b. Abdulwahhab and the Saud Dynasty, and within the framework of this understanding all creed, fiqh, and mystic sects and traditions were opposed. Many violent groups have emerged as a result of this Wahhabi movement.
One of the imams of the Kaaba, al-Gamidi, describes the scholars of the Ahl-i Sunnah as “polytheist grave worshippers who offers shirk” and lists the names of the scholars that have adopted this creed; ranging from Imam Ghazali (d. 505/1111) to Imam Suyuti (d. 911/1505); accusing them to be heretics.
The trend of Salafi-Wahhabism started with the claim of allegiance to the Quran and the Sunnah; by leaving aside the tradition of 14 centuries and labeling it as the "religion of the ancestors"; entails belief principles that are reflected in the ISIS organization and have become the source of new dilemmas and crises today.
Another problem of the Salafi-Wahhabi movement is their anthropomorphist/corporealist and assimilationist belief, which they become a part of by reading mutashabih expressions in the nass (words of the Quran and Hadith) with their literal meaning. Tajseem is the embodiment of Allah, attributing bodily properties to Him and claiming that He is made up of parts, whereas tashbih is likening Allah to His creations.
Examinations show that Ahmed b. Hanbel (d. 241/855) and his predecessors had no belief in tajseem and tashbih. Ibnu'l-Cevzî (d. 656/1201), one of the imams of the Hanbali sect, argued that this understanding of tajseem and tashbih; which was tried to be attributed to Ahmed b. Hanbal; was not the way of the Hanbal and Hanbalî Sect. To prove this, he wrote the book " Daf' Shubah al-Tashbih bi-Akaff al-Tanzih" and revealed that the tajseem and tashbih believes were not originally in Hanbelî thought but tried to be attributed to the Hanbelî sect later. From the time of Ahmed bin Hanbal to this day there have been many scholars that have opposed tajseem and tashbih and have provided evidence that this belief has no place in the Hanbali Sect. To see the degree to which it has reached in Salafi-Wahhabism we will be giving examples from Abdulaziz Ibn Bâz (d. 1999), Nâsıruddin al-Elbânî. (d. 1999), Muhammad Ibn Useymin (d. 2001), who are considered to be the leaders of today’s Salafi-Wahhabi school. In our article, we have chosen these three people as they are very important for the Salafi-Wahhabis. They value these leaders greatly and give great importance to their opinions so much that the fatwas in which these three leaders unite are accepted by some Wahhabîs as they are equal to ijma.
Ibn Usaymin, one of the contemporary Wahhabi leaders, who is considered by the Wahhabis as the imam, claims that it is constant for Allah to suffer or go through His own suffering based on the literal understanding of the Quran verses and hadiths and that Allah has His own unique izari (cover worn on the bottom) and rida (cover worn on the top). Ibn Bâz the former chief mufti of Saudi Arabia, highly respected by the Wahhabîs, also claims that Allah has a unique shadow based on the literal understanding of the nass, but that its arbitrariness is unknown and that this belief belongs to Ahl-i Sunnah wa'l-Jamaat.
Here, the biggest dilemma of the Salafi-Wahhabis is that they relate their views and expressions, which include tajseem and tashbih, to their Salaf scholars. In this article, we have analyzed whether Salafi-Wahhabism; which tries to attribute itself to the Ahl-i Sunnah wa'l-Jamaat; is correct and appropriate in the context of the belief of takfir (excommunication) and tajseem. In our article, we used comparative and explanatory methods from qualitative research techniques.
Muhammed b. Abdilvehhab ö. (1206/1792) tarafından tesis edilen Vahhabîlik akımı, devlet desteği ile önce kısa zamanda ilk çıkış yeri olan Necid, Hicaz ve Arabistan’ın diğer bölgelerinde, daha sonra maddî desteklerle tüm İslam âleminde yayılmıştır. Bu akım her ne kadar kendini selefe isnat etse de ilmî tetkikler günümüz Selefî-Vahhabîlerin öncülerinin Hâriciyye ya da diğer adıyla Vehbiyye akımının lideri olan Abdullah b. Vehb ö. (38/658), bir mücessime ve müşebbihe mezhebi olan Kerrâmiye ekolünün kurucusu Muhammed b. Kerrâm ö. (255/869) ile daha sonraki dönemde İbn Teymiyye ö. (728/1328) ve onun öğrencilerinden olan İbnü’l-Kayyım el-Cevziyye ö. (751/1350) olduğunu göstermektedir.
İlk nüveleri İbn Teymiyye’de görülen mezhep taassubuna karşı Kur’ân ve sünnete ittibâ daveti, Muhammed b. Abdilvehhab ve Suud Hanedanı’nın müşterek faaliyeti ile devlet politikası haline gelmiş, güdülen bu anlayış çerçevesinde itikadi, fıkhi ve irfani mezhep ve geleneğe topyekûn karşı çıkılmıştır.
Bu akım bünyesinde pek çok şiddet yanlısı gruplar zuhur etmiştir.
Ka’be imamlarından el-Ğâmidî, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat alimlerini “şirke davet eden, müşrik kabirperestler” olarak nitelemekte, İmam el-Gazzâlî’den ö. (505/1111), İmam es-Suyûtî’ye ö. (911/1505) Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesini benimsemiş pek çok alimi isim isim listeleyerek tekfir etmektedir. İnanç prensiplerinde DAİŞ örgütünde yansımasını gördüğümüz Selefî-Vahhabîliğin “atalar dini” olarak yaftaladıkları 14 asırlık geleneği bir kenara bırakarak, Kur’ân ve sünnete ittiba iddiasıyla başlattıkları akım gün geçtikte yeni çıkmazların ve krizlerin kaynağı olmaktadır.
Günümüzde Selefî-Vahhabî orijinli gruplara ait yayımlarda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı tekfir edilmekte, Türkler “kabirlere tapan (ubbâdu’l-kubûr), sâlihlere ibadet eden, Allah’ın tevhidinden şirke dönen, Hz. Peygamberin sünnetini bid‘atlerle değiştiren” kişiler olarak tavsif edilmekte, Türkleri tekfir etmeyenler de kafir ilan edilmektedir. Dolayısıyla Selefî-Vahhabîliğin sadece DAİŞ gibi alt fraksiyonları itibariyle değil usûlu ve itikadı açısından da bu anlayışın gerçek kimliği ile tanıtılmasının bir zaruret olduğu aşikardır.
Selefî-Vahhabîlik akımının tartışma konusu olan bir başka sorunu da nasslardaki müteşabih ifadeleri hakikat anlamına haml ederek düştükleri tecsim ve teşbih inancıdır. Tecsim Allah’ı cisimleştirme, kütleleştirme, parçalardan meydana geldiğini iddia etme iken teşbih Allah’ı yarattığı mahlukatına benzetmedir. Burada Selefî-Vahhabîlerin en büyük çıkmazı tecsim ve teşbih içeren görüş ve ifadelerini selef alimlerine nispet etmeleridir.
Yapılan tetkikler Ahmed b. Hanbel ö. (241/855) ve selef alimlerinde tecsim ve teşbih inancının olmadığını göstermektedir. Hanbelî mezhebi imamlarından İbnu’l-Cevzî ö. (656/1201), nispet edilmeye çalışılan bu tecsim ve teşbih anlayışının Ahmed b. Hanbel ve Hanbelî Mezhebinin usûlünde olmadığını ispat sadedinde “Def’u Şübehi’t-Teşbih bi-Ekuffi’t-Tenzih” isimli eserini kaleme almış ve tecsim ve teşbih inancının Hanbelî mezhebine sonradan nispet edilemeye çalışıldığını müdellel olarak ortaya koymuştur.
Selefî-Vahhabîlerde ne dereceye ulaştığının görülmesi için günümüz Selefî-Vahhabî önderleri kabul edilen, Selefî-Vahhabîler için içtihatları çok önem arz eden Abdulaziz İbn Bâz ö. (1999), Nâsıruddin el-Elbânî ö. (1999), Muhammed İbn Useymin’den ö. (2001) birtakım misaller verilecektir.
Vahhabîlerce müçtehit imam kabul edilen çağdaş Vahhabî liderlerinden İbn Useymin ayet ve hadislerin zahirinden yola çıkarak Allah’ın kendisine has eziyet görme/cefa çekmesinin sabit olduğunu, Allah’ın kendisine has izârı (alt tarafa giyilen örtü) ve ridâsı (üst örtüsü) olduğunu iddia etmektedir.
Suud eski baş müftüsü ve Vahhabîler nezdinde çok muteber olan İbn Bâz aynı şekilde nassların zahirinden hareketle Allah’ın kendine has bir gölgesinin olduğunu ancak bunun keyfiyetinin bilinmediğini iddia etmekte ve bu itikadın Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e ait olduğunu savunmaktadır.
Yöntem olarak bu makalemizde selef ve Selefiyye kavramları arasındaki fark ortaya konulmaya çalışıldı. Kendisini Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e nispet etmeye çalışan Selefî-Vahhabîliğin özellikle benimsedikleri tekfir, tecsim ve teşbih inancı bağlamında bu nispetinin doğru ve yerinde olup olmadığı tahlil edilmeye çalışıldı. Makalemizde nitel araştırma tekniklerinden karşılaştırmalı ve açıklayıcı metotlar kullanıldı.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2021 |
Kabul Tarihi | 8 Haziran 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 |
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.